SAĞLIĞINI KORU



Filozofun biri Konfüçyüs’e gelerek sordu: - Efendim, ölülerin ruhuna ne faydamız olabilir? Ve Konfüçyüs ona cevap verdi: - Senin dirilere ne faydan var ki, ölülere olan faydadan söz ediyorsun? Sen önce dirilere faydalı olmayı öğren ben sana ölülere nasıl faydalı olacağını söylerim. Filozof devam etti: - O halde beni ölüm hakkında bilgilendirir misiniz? - Sen dedi Konfüçyüs, önce yaşama dair bilgiyi öğren ben sana daha sonra ölüme dair bilgiyi öğretirim.


Evrenin makro kozmos insanın ise mikro kozmos olduğunu biliyoruz. Yani insan, evren dediğimiz sonsuzluğun küçük bir özetini yansıtan, evren ağacının âdeta çekirdeği olan en bilinçli varlıktır. Evrenin su, hava, ateş ve topraktan meydana gelen elementer yapısını insanda aynen gördüğümüz gibi buna ilaveten insanda soyut ve ruhsal bir kimlik de görmekteyiz. Ve sonuçta nereden bakılırsa bakılsın insan bu hayatın bir öznesidir, nesnesi değil...


Ancak geçtiğimiz yüzyıllar insanı bu haysiyetli mevkiiden uzaklaştırmış ve bilimsel anlayış yükseldikçe dünyamız insancıllıktan çıkmıştır. Bugün artık 'doğal'la ilgisi kalmadığı ve doğal olgulara karşı duygusal bilinçaltı kimliğini yitirdiği için insan kendisini evrende yalıtılmış hissetmekte ve bunun büyük bir yalnızlığını yaşamaktadır. Doğal olguların simgesel anlamları yavaş yavaş bizlere unutturulmuştur. Artık nehrin ruhu yoktur ve ağaç insanın yaşam özünü taşımamaktadır. Taşlardan, bitkilerden, hayvanlardan insanlara seslenen deyişler gelmemekte ve insan da kendisini duyamayacakları inancıyla onlarla konuşmamaktadır. Kısacası doğa ile ilişki yok olmuş ve bu simgesel ilişkinin sağladığı derin duygusal enerji de bunlarla birlikte kaybolmuştur.


Sonuçta nereye mi gelinmiştir? Stres çağı, patlayan cinayet ve boşanma oranları, savaşlar, depresyonlar ve her kırk saniyede bir intihar eden insan manzarası... Bu gözyaşı istasyonuna geliş macerasını geçmişe bakarak daha ayrıntılı izah edebiliriz: Bilindiği gibi Antik Yunan maddenin en küçük birimi olarak atomu kabul ediyor ancak atomun parçalanabileceği gerçeğini bilmiyordu. Kökeni Greko-Latin Medeniyeti olan Batı Felsefesi de teoriği ve pratiği ile maddeyi temel alan bu düşünce sistemi üzerine yükseldi. Buna ilave olarak insanın kurdunun yine insan olduğu dayatmasıyla tepemizdeki ozonu deldi, denizleri kirletti, havadaki karbondioksit miktarını arttırdı. Yeryüzünü savaşlara bulayarak insanlığı altta kalanın canının çıktığı bir orman ahlakına iterek, onu kendi kaderiyle baş başa bıraktı.


Aslında 1920’lerde Einstein ve Max Planck ile başlayan bilimsel süreç atomu parçalamıştı. Maddenin yoğunlaşmış bir enerji olduğu ortaya çıkmış, her şeyin temelinin foton ve kuantlardan ibaret bir elektromanyetik dalga olduğu anlaşılmıştı ve Greko-Latin Medeniyetinin temel felsefesi böylece yıkılmıştı. Ancak daha sonra teknolojik ilerleme göz boyamacılığı ile bu gerçekler gözlerden kaçırılmışken bilhassa 90’lardan sonra bu gerçeklerin sayfaları aralanmaya başlandı. Özellikle teorik fizik, ak-kara delik gerçeği ve uzay araştırmaları ile evrenin enerji formatı reddedilemeyecek şekilde yeniden hatırlandı. Ve birden insanoğlu aslında az gitmiş uz gitmiş, dere tepe düz gitmiş ve karşılaştığı hakikatlerin 3000-5000 yıl önce Konfüçyüsler, Taolar, Budalar, Brahmalar, Upanishadlar, Kutsal Kitaplar, Eski Mısır, Aztek, İnka, Maya kültürleri ve İslam kültürü içinde de zaten yer alan bilgiler olduğunun hayretle farkına vardı.


İşte böylece her şey aslına geri döner prensibince insanoğlu bir dairesel döngü ile tekrar başa döndü... Bu yüzden günümüzde meditasyon, reiki enerjisi, ayurveda, yoga, qi-gong ve benzeri bioenerji konuları insanların en çok merak ettiği konular haline gelmiş oldu. Artık Newton Fiziği yerini Kuantum Fiziğine, Aristo’nun düz mantığı yerini diyalektik mantığa, madde ise yerini enerjiye bıraktı.


İşte 21. asrın en büyük öğretisi de budur: Diyalektik Mantığa Geçiş... Bizler bugün hangi renk, hangi ırk, hangi dilden olursak olalım insanlık ortak paydası altında evrenin bir egemeni olarak değil, evrenin bütün varlıkları içinde ama onlarla uyum halinde varolan kozmik bir beraberlik içinde olduğumuzu yeniden hatırlamaya başladık. Temennimiz, bu kozmik beraberliğin yaratılış hiyerarşisine uygun bir biçimde şekillenerek insanlığın yeşeren bir umudu haline dönüşmesi ve bu farkındalığı farketmiş olanların da, karanlıklardan bunalan insanlara bir mum yakarak etraflarını aydınlatma çabası içine girmeleridir.


Metin: Uzm. Dr. Suat ARUSAN

0 YORUM YAPILDI :